Bir zamanlar bir ülkede fakirmi fakir bir köy varmış . Köyün de en zengini sayılan bir adamcağzı varmış. Bu adam cağzın hanımı çocuk doğururken vefat etmiş . Adamcağz da kızını yanlız başına büyütemeyeceğini anlamış yeniden evlenmiş . Evlendiği kadın bebeğe kendi çocuğu olana kadar çok iyi bakmış , kendi çocuğu doğunca o iyi kadın gitmiş yerine çok kötü bir üvey ana gelmiş . Küçük kız o kadar güzelmişki , sırf kız çocuğunu görmek için köye gelenler varmış. Köyde küçük kızı kaz çobanı olarak bilirlermiş . Bir de babası ona çok güzel bir horoz almış . Horoz kız dışarı çıkınca , yanıbaşında onunla gezer yanına kimseyi yaklaştırmazmış .
Yıllar geçmiş kız güzelliğine güzellik katıp serpilip büyümüş. Evlenecek çağa gelmiş . Ama üvey ana ona gelen herkesi boş çevirip kendi kızını gösterip onları geri çeviriyormuş .
Kızın horozu her sabah ötüyormuş ama , öyle böyle ötmezmiş , üvey ana onu kaç kez kestirmek istemişte babası izin vermemişti . Kızn güzelliği köyleri aşmış , şehirleri ve ta saraya kadar varmış . Ülkenin padişahı oğluna hadi yavrum , git bak bakalım , dedikleri kadar varmıymış . Varsa kendimize gelin edelim demiş . Babası oğluna kendini tüccar gibi gezmesini tembihlemiş . Genç şehzade şehir şehir dolaşırken başına gelmeyen kalmamış . Hiç hayat tecrübesi olmadığından , hırsızlar tarafından soyulmuş . Atını elbiselerini ve para kesesini , çaldırmış . Sora sora köyü bulmuş , Kızı ilk gördüğü anda vurulmuş . Üstü başı yırtılmış perişan bir halde olan şehzade , kıza yaklaşmış ondan su istemiş . Kız ona acımış , su ve yemek ikram etmiş kendi , kumanyasından . Kız kazları toplarken , genç şehzade nerede kalabileceğini sormuş. Kız da ona köy kahvesine gidip kahveciye ona kızın selamını söylerse yardım edeceğini söylemiş .